Irrelevant

Mezarınıza Tüküreceğim

Okuduğum en ilginç kitap ve anlatımlardan biriydi. Bence Boris Vian dahiyane bir yolla anlatmış derdini. Derdi neymiş derseniz bence "Zencilerin maruz kaldığı ayrımcılık ve bunun sonucunda doğan hınç ve öfke". Ama kitapta bu konuyla ilgili 3-5 cümle dışında pek bir şeygeçmiyor. Onun yerine "dahiane" dediğim bir yol buluyor. Nedir diyecek olursanız cinsellik ve bununla ilgili detaylar üzerinden gidiyor (Boris Vian'ın adını ilk olarak "Ferhangi Şeyler"  oynunda duyan biri olarak bu beni çok şaşırttı. Boris Vian'ı çok daha felsefe yüklü şeyler yazan biri olarak tasvir edip hiç okumayı düşünmemiştim bile). 

Şu anki değerlendirmem is şöyle: Belki sizin de hayatınızda belli bir grubun maruz kaldığı haksızlık/kötü muamele gibi şeyleri birine anlatmayı denemişsinizdir ve görmüşsünüzdür ki anlattığınız kişiler eğer birebir bu durumlarda kalmadıysa genelde durumu kabul etmeme veya olayın abartıldığını söyleme yoluna gider. Boris Vian bence bunun önlemini ve bu durumdaki insanın doğal öfkesini anlatmak için Cinselliği kullanıyor. Çünkü kimse cinsellik ve dürtülere itiraz etmez, yaşadığı için gayet doğal ve normal gelir. 

İşte kahramanımızda önceki hayatından anladığımız bazı olumsuzluklarla yeni bir şehirde yeni bir hayat başlar. Sonra bazı insanlarla arkadaşlık ve cinsel ilişkiler kurmaya başlar. Kitabın ilk çeyreğine yakın bölümde anlarız ki kahramanımız beyaz tenli bir zencidir ve ailesindeki siyah derililer büyük acılar çekmiştir. Olay kahramanımız ve iki kız kardeş arasındaki ilişki ve cinsellik teması üzerinden giderken birden kahramanımız zenci akrabalarının intikamını bu kızlardan almaya kalkar. Bence bu kısım dahiane çünkü o ana kadar herşey normal gençler arasındaki aşk oyunları gibi giderken birden intikam işin içine giriyor. Bence Boris Vian burada "siz de benzer durumda kalsanız en büyük dürtülerinizi bile bastıracak bir intikam duygusu taşırdınız" diyor alt metinde. Buradan da aslında zencilerin maruz kaldığı sıkıntının büyüklüğünü neredeyse yaşanan olaylardan hiç bahsetmeden okuyucuya geçiriyor. 

Bu arada Boris Vian kahramanın intikama yönelik duygularından ne kadar az bahsediyorsa cinsel detaylardan çok bahsediyor. Okurken bir ara çevredekiler gelip "ne okuyon bakiim" diyip okumaya başlasa ne kadar zor durumda kalabileceğimi düşündüğüm satırlar var kitapta :).

Dorian Gray'in Portresi

Bu kadar bilindik bir hikaye ile ilgili bu kadar şaşıracağımı hiç tahmin etmezdim. Daha çok bu eseri yazan kişi nasıl yazmış acaba diye düşünerek okumaya başlamıştım. Ama o kadar çok soru işareti ve şaşkınlıkyaşadım ki. Şöyle sıralayayım.

Dr. Jekyll ile Bay Hyde

Çok bilindik bir hikayedir, filmlere konu olmuştur. Kitabın ön sözünde yazdığı gibi aslında 83 sayfalık ve 10 bölümden oluşan ince bir kitabın dünya genelinde bu kadar bilinir olması gerçekten ilginç. Şu sıra konusunu bildiğim ama hiç okumadığım kitapları okumaya yöneldiğim için aldım kitabı. İyi ki de almışım. 

Normalde hikayenin ana fikrini bildiğiniz zaman kitabı okumak biraz zor gelir. Kitabı okumamızı sağlayan biraz da sonunu merak etmemizdir. Bu yüzden ben okurken "yazar nasıl yazmış acaba" diye de baktım. 

Bence yazarın kitap içinde gizem yaratma işini çok güzel yapıyor. Aslında kitapta çok da fazla karakter olmasa da insanda sürekli bir gizem hissi oluşuyor. Tabi burada anlatıcıya gelen mühürlü mektuplar, Jekyll'ın mirası vs. gerçekten insanda büyük bir merak oluşturuyor. 

Konuyu önceden bilince tabi bu gizemler yazarın konuyu anlatma biçimi gibi geliyor insana. Ama beni asıl etkileyen Dr. Jekyll'ın en son bölümde başından geçenleri, Hyde'a karşı hisleri, Hyde'ın kendisi ile hislerini anlattığı bölüm oldu. Konu bir filmde izlenebilir ama Jekyll'ın hikayesini ve iç çekişmesini kendi ağzından dinlemek ancak kitaplarda olabilir herhalde. 

Satranç

Küçük bir şehirde birden beklenmeyen şekilde parlayan bir satranç dünya şampiyonu uzun bir gemi yolculuğuna çıkar. Diğer yolcular arasından kendisi ile satranç oynamak isteyenler ile bir kaç el oyun oynar. Son oyunda dünya şampiyonuna karşı takım olan yolculara bir başka yolcu eklenir ve maç beraberlikle biter. Böylece ana karakter Dr. B. kitaba dahil olur (Ana karakter dememin sebebi yazar önceki kitaplarında da ana karakteri sadece harf olarak belirtmesi). 

Dr. B. 2. dünya savaşında farklı bir işkenceye maruz kaldığını anlatır. Askerler onu yakalayıp boş bir otel odasına koyarlar, fiziksel şiddet olmasa da tek başına odada sıkılmak ve kafayı yememek için uğraşır.  Derken bir satranç kitabı edinir ve o kitaptaki oyunları akıldan oynamaya başlar. Kitaptaki oyunları ezberden oynamanın heyecanı kaçınca kendi kendisine kafadan satranç maçı yapmaya başlar. Ve sanırım işte bu noktada hafiften kafayı çizmeye başlar. 

Boşluk, meşgul olunacak bir şey olmamasının nasıl bir işkence olabileceğini bu kitaptan sonra bir kez daha net anlamış oldum. (Bu konuda önceden de düşünmüşlüğüm vardır). Bununla birlikte aşırı zihin faaliyetlerinin yoruculuğu ve yıpratıcılığını da fark etmek mümkün. Son maçta dünya şampiyonu aşırı yavaş hareket eder, bizim Dr. B. 'de sürekli olası hamleleri hesaplar ve bu onu hatalı bir davranışa iter. Bu aslında Dr. B. nin sakin kalamaması ve zihnini boş bırakmaya tahammülü olmadığını da gösteriyor. Bazen herkes böyle olabiliyor bence. 


İvan İlyiç'in Ölümü

Babamın vefatından bir süre sonra annemle okuduğumuz kitaplar ile ilgili sohbet ederken. Annem "elim İvan İlyiç'in ölümü" kitabına gitti yeniden okudum demişti. Ben de o sıra okuyayım demiştim. Aradan bir süre geçtikten sonra okuyabildim. 

Adından da anlaşılacağı üzere İvan İlyiç isimli kişinin ölümünü anlatıyor kitap. Kısa bir kitap, İvan İlyiçin hayat hikayesinin ardından son günleri anlatılıyor. İvan İlyiç'in aile hayatı, iş hayatının özetlendiği bölümler ilgi mi çekti. Karısı "dırdır" yapmaya başlayınca işine daha bir sarılıyor olması ilginçti. 

Kitabı okuduktan sonra, Tolstoy böyle bir kitabı neden yazmış olabilir diye düşündüm. Tolstoy 1810 doğumlu bu kitabı da 1886'da yazmış. Yani İvan İlyiç'in öldüğü yaştaymış yazarken. Muhtemelen yaşadığı bir sağlık sorunu üzerine ölüme yakın hissedip yazmış olabilir. (Ben de kitabı okurken bel ağrısı çekiyor ve sağlık durumumla ilgili endişeliydi o yüzden biraz yakın hissettim.)  Kitap boyunca hayatından mutlu olan İvan İlyiç son günlerinde bir soruya takılıyor "Acaba doğru bir hayat yaşadım mı?". Yazar bu konuyu çok göze batacak şekilde abartmamış ama bence ana tema buydu. Yani ölüm yaklaşınca girilen bir hesaplaşma duygusu. Bir kaç sene evvel bir arkadaşımla konuşurken "ben yaptığım hiçbirşeyedn pişman olmam" demişti. O sırada böyle düşünmek gerektiğine dair videolar da izlemiştim. Bana da çok uzak gelmişti bu fikir açıkçası. Bir insan yaptığı bir şeyin doğru olup olmadığını nasıl sorgulamaz ki ? diye düşünmüştüm. Belki de insan yaş ilerleyip belli bir olgunluğa gelince bu tür şeyleri sorguluyordur. O yüzden belki de "ben yaptıklarımdan pişman olmam" diye bir kişi henüz hesaplaşma duygusuyla karşılaşmadığı için böyle düşünüyor ve zamanı gelince böyle bir hesaplaşma içine girecek olabilir.

İvan İlyiç'in hastalığı ile ilgili bazne kendini çok umutsu hissetmesi, bazen hastalığının iyileştiğine dair düşünceler gelince daha umutlu olması. Bu iniş çıkışlar da çok güzel tarif edilmiş bence. 

Yine de ölümle ilgili bir kitap olduğu için insanın içi biraz kararıyor.

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

Ünlü roman yazarı R. üç günlük dağ yolculuğundan döner. 41. yaş gününde kendisine bir mektup gelmiştir. 

“Tanımadığı huzursuz bir kadının telaşla yazdığı bu mektup on dört sayfa kadardı”

Mektup şöyle başlar : “Çocuğum dün öldü ...”

Kitabın devamı kadının mektubunu içeriyor.

Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesini okuyup çok beğendikten sonra "Hatıraların Masumiyeti" kitabından haberdar olmuştum. Bu kitapta Masumiyet Müzesinin kadın karakterinin en yakın arkadaşı ortaya çıkar ve geçmişten bahseder. Bu kitabın varlığıdan haberdar olunca çok heyecanlanmıştım çünkü Masumiyet müzesi erkak karakterin gözzünden konuyu anlatırken kadın karakterin iç dünyasına pek girmezdi. Aynı hikayeyi kadın karakterin gözünden okuyacağımı düşünerek kitabı almıştım ama hayal kırıklığı olmuştu. Beklediğim detaylar hiç verilmemişti, hatta bunun üstüne "Orhan Pamuk kadın gibi düşünemiyor veya kadın ruhunu o kadar iyi tanımıyor demekki" gibi bir yorum yapmıştım. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu kitabı ise bir kadının göünden yazılmış, erkek olarak ne kadar doğru değerlendirebilirim bilmiyorum ama bana çok sahici geldi. Stefen Zweig 'ın hayat hikayesi ilginç biraz. En sonunda eşiyle birlikte intihar etmiş. Belki de bu birliktelik Stefan Zweig'ın kadın gözüyle konulara bakmasına yardımcı olmuştur. 

Eylembilim

Olağanüstü Bir Gece

Kırmızı Pazartesi


Benim Adım Kırmızı

Aklını En Doğru Şekilde Kullan

Kar

Veba Geceleri

Masumiyet Müzesi

Hatıraların Masumiyeti

"Benim adım Ayla, Füsun'un arkadaşıydım. On bir yıl ona komşu yaşadım.."

Bu cümleleri okuyunca aşırı heyecanlanmıştım. Masumiyet Müzesi'nin kadın karakteri Füsun'un komşusu ortaya çıkıyordu ve belkide hikayeyi Füsun'un gözünden dinleme fırsatımız olacaktı. 

"Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi? Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu. " diye yazmıştı Masumiyet Müzesi'nin baş karakteeri Kemal Basmacı. Acaba o anı Füsun nasıl anlatmıştı arkadaşına? Bunu çok merak etmiş ve böyle bir devam kitabını da çok yaratıcı bulmuştum. Ama kitap beklediğimi vermedi. Belki de ben çok fazla şey ummuşumdur. Füsun'un duygusal dünyasına dair pek birşey bulamadım kitapta, öyle olunca da biraz hayal kırıklığı olmuştu. Ama olsun bence yine de aynı hikayeyi ötekinin gözünden anlatmak çok güzel bir fikir. 

Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoför

Mastermind - Sherleck Holmes Gibi Düşünmek

Renklerle İnsanları Tanıma Kılavuzu

Babamın Bavulu

Babamın Yeri

Bir Kediyi Terk Etmek


Neden böyle bir bölüm açtım ve neden bunları yazıyorum? 

Sanırım bir iki sebebi var. İlki bazen kitapları okuduğumu hatırlıyor ama içeriğini hiç hatırlamıyorum. Ama o zaman kitap zaten okunmamış gibi oluyor. Bu yüzden hem kitap resimleri hem de içerikleriyle ilgili kendime not alıp baktığımda hatırlamak istiyorum. İkinci olarak, bir kitabı okuduğumda aklıma fikirler/yorumlar geliyor bunları not etmek için bir vesile oluyor. Denebilir ki "niye yayınlıyorsun o zaman?" çok net cevabım bilgisayarımda o kadar çok konu ve dosya var ki muhtemelen webde yayınlamazsam dosyaları kaybedebilirim. Üçüncüsü, uzun seneler bir kitaplık sahibi olmak ban hiç anlamlı gelmemişti. Kitabı okursun ve aklında kalan iz önemlidir diye düşünmüştüm. Hala da benzer düşünüyorum ama insan birinci maddedeki gibi insan unutunca zaten okumamış gibi oluyor. O yüzden hiç değilse kendime sadece hatırladımlarımı içeriyor da olsa dijital bir kitaplık yapmak iyi bir fikir gibi geldi. Dördüncüsü, belki seneler sonra çocuklarım büyüyünce, veya sevdiğim arkadaşlar daha yakın zamanlarda,  bu sayfayı bulurlar ve beni bu yönüyle de tanıma şansı bulurlar. Belki aynı kitapları okurlar sonra benim düşüncelerimle kendilerininkini karşılaştırırlar, belki üzerine konuşuruz fln. Sonuçta aynı şeye bakıp neleri görüp hatırladığımız da insana ait önemli detaylar verebilir.